Buraya Reklam Verebilirsiniz
Türk Destanları

Türeyiş Destanı

UYGURLARIN TÜREYİŞLERİ

1. GÖKTEN İNEN IŞIKLA KAYIN AĞACININ BEŞ ÇOCUK DOĞURMASI

Uygurlar, 300 senelik bir süre içinde, Göktürklerin hakimiyeti altında kaldıktan sonra. M.S. 744 de büyük bir imparatorluk kurmağı başarmışlardı. Uygur boylarının birçokları daha önceleri, Çin sınırlarında gezmişler ve ticaret hayatı ile meşgul olmuşlardı. Bu sebeple, büyük dinleri öğrenmişler ve yabancı kültürlere, oldukça ısınmışlardı. M.S. 763 senesinden sonra Uygurların, Mani dinini, resmi din olarak aldıklarını görüyoruz. Mani adlı bir Hıristiyan papazının temsil ettiği bu din, kök itibarı ile, Suriye'den geliyordu. Hıristiyanlık ile Museviliğin bir nevi karışımından doğmuştu. Suriye'den kovulan Mani, İran'a gelmiş ve orada birçok mürit edinerek, ölmüştü. Bu mezhep, Mani'nin ölümünden sonra, İran'da epey süre yaşamış ve eski İran dinlerinden de, birçok unsurlar almıştı. Ortaasya'da ve Çin'de gezen Mani rahipleri, Uygurların Büyük Kağanı Böğü-Kağan'ı ziyerat etmişler ve bu yolla, Türkler arasına Mani dinini sokmağı da başarmışlardı: 'Bu sebeple Uygur çağındaki mitolojilerde, özellikle Önasya tesirlerini görmek mümkündür'. Uygurların da kendilerine göre, bir türeyiş efsaneleri vardır. Fakat Uygur türeyiş efsanesi, dış tesirler ne kadar kuvvetli olursa olsunlar, yine de eski Türk özelliklerini muhafaza edebiliyorlardı. Bu efsanenin metin ve açıklamaları 'Türk mitolojisi' adlı eserimizde geniş olarak belirtilmiştir.

UYGURLARIN TÜREYİŞLERİ

Tola ile Şelenga, birleşir dökülürmüş,
Suların kavşağında, bir ada görülürmüş.
Adanın ortasında, bir tepe göğe ermiş,
Tepenin tam üstünde, bir de kayın göğermiş.
Gün olmuş zaman olmuş, bir ışık peyda olmuş,
Işık gökten inince, kayın da nurla dolmuş,
Ne zaman ki, gün batar, ışık gökten inermiş,
Kayından sesler çıkar, herkes müzik dinlermiş.
Bunu duyan Uygurlar, hep birden şaşırmışlar,
Bu durumu görenler, aklını kaçırmışlar.
On ay on gece kayın, ışık ile sarılmış,
Bir gün tam şafakleyin, kayın birden yarılmış.
Beş güzel çocuk çıkmış, kayının ortasından,
Gözleri kamaştırmış, bakmışlar arkasından.
Gün olmuş zaman olmuş, hepsi kocaman olmuş,
Küçükleri 'Böğü-Han', Uygurlara Han olmuş.

Türklere göre cennette, 'Kutsal ağaç' ile bu ağacın kökünde bir 'Ana-Tanrı' vardı. Efsanede bazı dış tesirler vardır. Fakat ana motifler, en eski Türk mitolojisinin özelliklerini taşırlar. Türklerde nehirlerin kavuştukları yerler, kutsal idiler. Tıpkı Oğuz destanında olduğu gibi burada da, 'nehirlerin arasında kutsal bir adacık' görülmektedir. 'Kayın ağacı', Türklerin kutsal ağaçlarından biri idi. Tanrı, kendi haberlerini, kayın ağacı yolu ile gönderirdi. Bu ağaç aynı zamanda, bütün insanlığın atası olan, bir 'Kadın-Ana' yı da içinde saklardı. Dede Korkut kitabında da, şöyle deniyordu: 'Başun ala bakar olsam, başsuz ağaç! Dibün ala bakar olsam, dipsüz ağaç! '

2. KUTSAL AĞAÇLAR VE 'ANA-TANRI'

Eski Türklere göre, ağacın yalnız gövdesi ve yapraklar değil; kökleri de önemli idi. Çünkü 'Dede Korkut' kitabında da dendiği gibi, onun kökleri dipsiz, yani, yer altı âleminin en derin noktalarına kadar gidiyor ve oralardan da haber getiriyordu. Gerçi Türklerin bu kutsal ağacı ile, Önasya mitolojisindeki 'Tuba ağacı' arasında, bir ilgi de yok değildi. Ama, aralarındaki fark, çok büyüktü. Sibirya'da yaşayan Yakut Türklerinin efsanelerinde, böyle bir ağaç için, şöyle deniyordu:

Gitmiş sormuş ağaca, benim anam, kim diye!
Elbet bir atam vardır, benim babam, kim diye!
Ağaç da dile gelmiş, soyunu sayıp dökmüş,
Er-Sogotoh adlı er, saygı ile diz çökmüş.
Gök tanrısı Er-Toyon, onun babası imiş,
Karısı Kübey Hatun, onun anası imiş.

Türk mitolojisindeki bu ağaç da, tıpkı İsl'miyetteki 'Tuba ağacı' gibi, gökyüzünde ve cennette bulunuyordu. Fakat Türklerin bu ağacının, bir de sahibi vardı. Yakut efsanesi, ağacın bu sahibini de şöyle anlatıyordu:

Bu kutsal ağacın da, var idi bir sahibi,
Bir dişi Tanrı idi saçları da kar gibi!
Kendisi ihtiyardı, göğsü de ap alaca!
Görenler sanır idi, bir keklik gibi kırca!
Memeleri büyüktü, aşağıya sarkardı!
Uzaktan bakan kimse, iki tulum sanardı!
Aslında ise ağaç, normal boydan küçüktü!
Ana Tanrı gelince, ona göre büyürdü!
Büyürken sesler çıkar, gürültüyle esnerdi,
Bu sesler yavaş yavaş, gittikçe genişlerdi.

Sibirya'nın en kuzeylerinde yaşayan ve yüzyıllar boyunca, hiçbir yabancı görmeyen Yakut Türklerinin bu efsanesinde de, ağacın sesler çıkardığı ve içinde de, bir 'Ana-Tanrı' nını bulunduğu, açık olarak görülmektedir. Bazı Türk efsanelerine göre ise, bu 'Ana-Tanrı' zaman zaman ağaçtan çıkıyor ve göklerde geziniyordu. Bazı efsanelerde ise, bu Ana-Tanrı, denizin diplerinde yaşardı. Altay Türkleri bu Ana-Tanrı'ya 'Ak-Ana' adını veriyorlardı. O'da bir yaratıcı idi. Yeri, göğü ve insanları yaratan Tanrı Ülgen'e, yaratma gücüne de o vermişti.